Mammografi çektirmeden önce bazı önlemlere dikkat edilirse daha iyi olur. Bu önlemleri şöyle sıralayabiliriz:
Mamografi, adet döneminden sonraki haftaya planlanarak memedeki hassasiyetin geçmesi beklenir ve böylece mamografinin verdiği rahatsızlık hissi azaltılabilir.
Eğer memede protez var ise işlem esnasında sağlık görevlilerine bildirilmelidir.
Tetkik günü elbise yerine şort, etek veya pantolon giyilerek, mamografi esnasında sadece üst kısmın çıkarılması yeterli olması konforunuzun artmasını sağlar.
Mamografi yapılacağı gün parfüm, deodorant, losyon veya pudra sürülmemesi önerilmektedir. Çünkü bu ürünler mamografinin kalitesini etkileyebilir.
Meme kanseri nedir?
Kanserlerin isimlendirilmesinde, genellikle vücutta ilk başladıkları kısım dikkate alınır. Meme kanseri, meme dokusundan köken aldığı için bu isimle anılmaktadır. Erkeklerde meme kanserinin nadir olması nedeni ile bu bölümde kadın meme kanserleri hakkında açıklayıcı bilgiler verilmektedir.
Memede bulunan salgı bezleri, doğumdan sonra süt üretimi ve salımı ile görevlidirler. Bu salgı bezlerinde süt üretimi ile görevli yapılara lobül isimi verilmektedir. Lobüllerde salınan sütün meme başına ulaşımını da duktus denen toplayıcı kanallar yapmaktadır. Meme yapısında genel olarak; lobüller, duktuslar, yağ dokusu, bağ dokusu ve lenfatik doku bulunmaktadır.
Lenfatik doku, lenf nodu ve lenfatik kanallardan oluşan bağışıklık sisteminin önemli bir parçasıdır. Lenf sıvısında bağışıklık sistemi hücreleri bulunmaktadır. Meme kanserinde, lenfatik dolaşımın önemi büyüktür. Memenin lenf damarlarının çoğu koltukaltındaki lenf bezlerine dökülür. Bunlara aksiller lenf bezleri ismi verilir. Meme kanseri hücreleri koltukaltı lenf bezlerine yayıldığında büyümeye devam ederler ve bezlerde şişliğe neden olurlar. Bu bezleri geçen kanser hücreleri vücudun diğer organlarına yayılarak büyümeye devam ederler.
Memede saptanan her kitle kanser değildir. Memede saptanan kitlelerin çoğu iyi huyludur. Takip dışında ek tedavi gerektirmez. Meme tümörlerinin birçok tipleri vardır. Bu kitlelerin çoğu fibrokistik değişikliklere bağlıdır. Kistler sıvı içeren keseciklerdir ve fibrozis de skar dokusuna bağlı olarak gelişmektedir. Fibrokistik değişiklikler, memede şişlik ve ağrıya neden olabilirler. Memede kitle saptanabilir ve meme başından akıntı gelebilir. Benign meme hastalıkları, anormal büyüme gösterebilir fakat, meme dışına yayılım göstermezler ve hayatı tehdit etmezler.
Meme kanseri ne kadar sıklıkta görülmektedir?
Meme kanseri, cilt kanserinden sonra kadınlarda en sık görülen kanser tipidir. Bütün kadın kanserlerinin %32’ sini oluşturmaktadır. Kanser ölümlerinde, akciğer kanserinden sonra ikinci sıradadır. Meme kanseri çok daha az olmakla birlikte erkeklerde de görülmektedir. Meme kanserine bağlı ölüm oranları, 1992’ den 1996’ ya belirgin azalma göstermiştir. Bu azalma daha çok genç beyaz ve zenci kadınlarda görülmüştür. Bu da tanının daha erken konmasına ve daha etkili tedavi yaklaşımlarının geliştirilmesine bağlanmaktadır.
Meme kanserinin nedenleri nelerdir?
Meme kanserinin nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte hastalıkla ilişkili olduğu bilinen risk faktörleri vardır. Risk faktörlerinin hastalığa yatkınlığı arttırması kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Farklı kanser tiplerinin farklı risk faktörleri vardır. Risk faktörlerinin bazıları kişinin kendisi tarafından değiştirilebilirken, bazıları da değiştirilememektedir. Alkol alma gibi bazı risk faktörleri ortadan kaldırılabilmekte, fakat; yaş ve ailesel yatkınlık gibi bazı risk faktörleri de değiştirilememektedir. Bütün kadınlar meme kanseri riskini taşımakla birlikte aşağıda belirtilen bazı faktörler bu riski arttırmaktadır.
Değiştirilemeyen risk faktörleri
Cinsiyet: Kadınlar, meme kanseri için daha büyük risk taşırlar. Erkeklerde meme kanseri seyrek görülmektedir.
Yaş: Meme kanseri riski kadınlarda yaşla değişmekte ve ileri yaşta risk belirgin artmaktadır. Bu artış 40 yaşından sonra belirgindir.
Kalıtsal risk faktörleri: Meme kanserlerinin yaklaşık % 5-10’ u, bazı genlerdeki değişikliklere (mutasyon) bağlıdır. Yapılan çalışmalarda bu gruptaki hastaların birçoğunda BRCA1 ve BRCA2 genlerinde değişiklikler saptanmıştır. Eğer, her iki ebeveynden kalıtsal olarak kadına bu gen değişiklikleri geçmişse, meme kanseri riski daha yüksek olmaktadır. Bu genlerdeki kalıtsal değişiklikleri olan kadınların yaklaşık % 50-60’ ında meme kanseri gelişmektedir.
Aile hikayesi: Meme kanseri riski, yakın akrabalarında meme kanseri hikayesi olan genç kadınlarda artmaktadır. Bu risk artışı özellikle ailesinde 40 yaşın altında meme kanserli kişi bulunan kadınlarda daha belirgindir. Ailenin hem anne hem de baba tarafında meme kanseri hikayesinin her ikisiyle bu ilişki vardır. Anne, kız kardeş veya teyzede meme kanseri olan kadınlarda, bu risk iki katına çıkmaktadır.
Kişide daha önceden meme kanseri hikayesi: Daha önceden bir göğsünde meme kanseri hikayesi olan kadınların diğer göğüslerinde de yeni bir meme kanseri gelişmesi riski yüksektir. Bu, ilk kanserin nüks etmesinden farklı bir durumdur.
Irk: Beyaz ırk kadınları, zencilere göre bu hastalığa daha yatkındır. Asya ve İspanyol ırkın kadınlarında meme kanseri gelişme riski, diğerlerine göre daha düşüktür.
Meme biyopsisi hikayesi: Bazı anormal biyopsi sonuçları, meme kanseri riskini hafifçe arttırmaktadır.
Işın tedavisi hikayesi: Daha önceden göğüs duvarına çeşitli nedenlerle ışın tedavisi alan genç kadın ve çocuklarda meme kanseri riski belirgin derecede artmaktadır.
Adet süresi: 12 yaşından önce adet görmeye başlayanlarda ve adeti 50 yaşından sonra kesilenlerde meme kanseri riskinde küçük bir artış olmaktadır. Benzer risk, hiç doğum yapmayan kadınlarda veya ilk çocuğunu 30 yaşından sonra yapanlarda görülmektedir.
Değiştirilebilir risk faktörleri
Doğum kontrol hapları: Meme kanseri ve doğum kontrol haplarının kullanılması arasındaki bağlantının saptanması ile ilişkili olarak çok sayıda araştırma yapılmıştır. Başlangıçta doğum kontrol haplarını halen kullanan veya geçmişte kullanan kadınlarda, meme kanseri riskinin riskinde hafif bir artış olduğu gözlenmiştir. Genel olarak bu riskin düşük olduğu, fakat 45 yaşından genç olan ve 5 yıldan daha fazla uzun süre doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda daha fazla olduğu gözlenmiştir. Fakat, 35-64 yaş arasında doğum kontrol hapları kullanan 9200’ den fazla Amerikalı kadında yapılan ve yeni tamamlanan Women’ s CARE çalışmasının sonucunda meme kanseri riskinde artış olmadığı gösterilmiştir. Bu sonuç, doğum kontrol hapı kullanan kadınlar için güven verici olmuştur. Sonuç olarak bu hapların kullanılmasının getireceği yarar ve zarar hakkında doktorunuzla görüştükten sonra karar vermelisiniz.
Östrojen yerine koyma tedavisi (ÖYT): Bazı çalışmalarda, menopozdaki kadınlarda eksik olan östrojenin dışarıdan hastaya verilmesi ile yapılan ÖYT’ ni 10 yıldan uzun süre kullananlarda; menopoz yakınmaları azalırken meme kanseri riskinde hafif bir artış olduğunu ileri sürülmüştür. Yeni yapılan bir çalışmada; östrojen ve progestinlerin uzun süre birlikte kullanılmasının sadece östrojenlerin kullanılmasına göre meme kanseri riskini daha fazla arttırdığı bulunmuştur. Bu risk artışı; sadece yakın zamana kadar ilaç kullananlarda gözlenmektedir. ÖYT’ nin kesilmesinden 5 yıl sonra meme kanserinin gelişmesi riski normal toplum düzeyine inmektedir. Yerine koyma tedavisi, kalp hastalıkları riskinde ve kemik kırılması riskinde azalma yaparak belirgin yarar göstermektedir. Bu nedenle bu tedavinin zararı ve yararı hakkında hastanın hekimi ile değerlendirme yaptıktan sonra karar verilmesi gereklidir.
Emzirmek: Bazı çalışmalarda 1-2 yıl emziren kadınlarda meme kanseri gelişme riskinin azaldığı gösterilmiştir.
İlk Çocuğa Sahip Olunan Yaş: İlk çocuğuna 30 yaşından sonra sahip olmuş kadınlarda meme kanseri riskinin arttığı gösterilmiştir.
Alkol: Alkol kullanılması, meme kanseri riskini kesin olarak arttırmaktadır. Günde sadece bir kadeh alkol alan kadınlarda risk artışı çok az olmaktadır. Günde 2-5 kadeh alkol alan kadınlarda risk; alkol almayan kadınlara göre 1.5 kat artmaktadır. Eğer kişi alkol almaya devam edecekse alınan alkol miktarının düşürülmesi önerilmektedir.
Diyet: Aşırı kiloya sahip olunmasıyla meme kanseri gelişmesi riski arasında ilişki vardır. Bu risk özellikle menapoz sonrası kadınlarda daha belirgindir. Fakat, aşırı kilo ile meme kanseri riski arasındaki ilişki karışıktır. Örneğin meme kanseri riski; erişkinlikte aşırı kilo alan kadınlarda artarken, çocukluk çağından beri kilolu olan kadınlarda risk artışı olmamaktadır. Yeni yapılan bir çalışmada genç kızlık döneminde kilolu olanlarda meme kanseri riskinde artış olduğu ileri sürülmüştür.
Diyetin yağ içeriği ile meme kanseri gelişme riski arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmalarda farklı sonuçlar alınmıştır. Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ nde yapılan bir çok çalışmada, diyetle alınan yağ içeriği ile meme kanseri riski arasında ilişki bulunmamıştır. Öte yandan, tipik olarak yağ içeriği düşük gıdalarla beslenen ülkelerde meme kanseri daha az oranda görülmektedir. Meme kanseri gelişme riski ile vücut ağırlığı ve yağ alınması arasındaki ilişkinin saptanması için daha çok çalışma yapılması gereklidir. Fakat; diyet ve aşırı kilonun, bir çok kanser ve kalp hastalığının gelişiminde önemli bir yere sahip olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle, özellikle hayvansal kaynaklı olanlar başta olmak üzere yüksek yağ içeren gıda tüketiminin azaltılması önerilmektedir.
Egzersiz: Egzersiz ve kanser arasındaki ilişki yeni araştırılmaya başlanmıştır. Bazı çalışmaların sonuçlarına göre, düzenli yapılan egzersizin meme kanserine karşı koruyucu olduğu gösterilmiştir. Fiziksel aktivitenin, vücutta bazı hormonların düzeylerini değiştirerek özellikle hormonla ilişkili kanserlerin görülme sıklığını azaltabileceği düşünülmektedir.
Vücut Kitle Endeksi: Meme kanseri riskinin azaltılması için ideal vücut ağırlığına sahip olunmalıdır. İdeal kilonuz için doktorunuza danışmalısınız.
Sigara İçilmesi: Sigara içilmesi ve meme kanseri arasında doğrudan ilişki bulunmamaktadır. Fakat pasif içicilerin de sigara içen gruba dahil edildiği bir çalışmada meme kanseri riskinin arttığı gösterilmiştir. Ayrıca, sigaranın diğer kanserlerin gelişimi, kalp-dolaşım sistemi ve solunum sistemi üzerine ciddi etkilerinin olduğu unutulmamalıdır.
Meme kanseri riskini etkilemeyen faktörler
Düşük yapılması: Büyük çalışmalarda, düşük yapılmasının meme kanseri riskini arttırmadığı gösterilmiştir. Aynı zamanda, düşük yapılması ve meme kanseri arasında doğrudan bir ilişki gösterilmemiştir.
Meme kanserinin bulgu ve işaretleri
Meme kanserinde en sık görülen şikayet yeni bir şişlik veya kitle saptanmasıdır. Şişlik genellikle ağrısız, sert ve kenarları düzensizdir. Bununla birlikte, bazı kanserlerin ağrılı, yumuşak ve düzgün kenarlı olabileceği unutulmamalıdır.
Meme kanserinin diğer belirtileri şunlardır:
Meme cildinde kalınlaşma
Meme cildinde çukurlaşma olması
Meme başında ağrı veya meme başının içeri çekilmesi
Meme başında veya meme cildinde kızarma ya da yara oluşması
Meme kanseri nasıl saptanır?
Meme kanseri erken saptanabilir ve böylece başarılı bir şekilde tedavi edilebilir. Meme kanserinin erken saptanabilmesi için öneriler şunlardır:
*40 yaş ve üzerindeki her kadının hekim veya eğitimli hemşire tarafından yılda bir kez muayenesi ve mamografi yapılması
*20-39 yaş arası kadınlara her 3 yılda bir klinik olarak meme muayenesi yapılması
*20 yaş üzerindeki bütün kadınların her ay kendi kendilerini muayene etmesi
Mamografi; memenin röntgenidir (x-ray). Mamografi iki amaçlı kullanılmaktadır. Birincisi yakınması olan hastalarda tanıya yardımcı olması için; ikincisi de yakınması olmayan hastalarda meme hastalığının erken teşhisi için tarama amaçlı olarak kullanılmasıdır.
Mamografide, göğüsler birkaç saniye süresince iki plak arasında sıkıştırılarak resimleri alınır. Kullanılan radyasyon düzeyi çok düşüktür. Röntgen ışınına maruz kalan bazı hastalarda kanser riskinde artış olabilir. Fakat mamografide kullanılan radyasyon dozu diğerlerine göre düşük olduğu için meme kanseri riskinde belirgin bir artışa neden olmamaktadır. Örneğin; meme kanseri için göğüs duvarına ışın tedavisi uygulanan bir kadın binlerce rad ışın alırken, 40 yaşından 90 yaşına kadar yılda bir kez mamografi çektiren kadın toplam 10 rad ışın almaktadır (rad, radyasyon ölçüm birimidir).
Mamografi, tek başına meme kanseri tanısını koydurmaz, şüpheli bölgenin saptanmasını sağlar. Kanser tanısının doğrulanmasında mikroskop altında hücrelerin tipini daha kesin olarak incelemek için şüpheli bölgeden küçük parçalar alınır. Bu işleme, biyopsi adı verilir.
Memeyi kişinin kendisinin muayene etmesi: Kişinin kendi memesini muayene etmesi için en uygun zaman şişlik ve hassasiyetin olmadığı adet periyodu bittikten sonraki haftadır. Eğer adetler düzensiz olarak görülüyorsa, meme muayenesi her ayın aynı günü yapılmalıdır.
Meme kanseri şüphesi varsa ne yapılmalıdır?
Memede muayene veya mamografiyle kitle saptandığı zaman, bunun kanser olup olmadığının saptanabilmesi için, başka tetkiklerinde yapılması gerekmektedir. Hastanın fizik muayenesi yapıldıktan ve geçmişi sorgulandıktan sonra meme ultrasonu ve/veya mamografi yapılır. Bu yöntemlerle bazen kitlenin iyi huylu olduğu söylenebilir.
Duktogram: meme başı akıntısının nedenini araştırmak için kullanılan bir testtir. Meme başı akıntısı toplanarak mikroskop altında değerlendirilebilir ve kanser hücrelerini içerip içermediği araştırılabilir.
Biyopsi: Meme kanserinin kesin tanısı, biyopsi ile konur. Biyopsi; meme dokusundan inceleme amacı ile hücrelerin alınmasıdır. Bu işlem, çeşitli şekillerde yapılmaktadır. Bunlardan birisi, kitleden sıvı ve hücre almak için ince iğne kullanılmasıdır. Bu işlem ultrason eşliğinde veya elle değerlendirilerek uygulanmaktadır. İnce iğne aspirasyon biyopsisi olarak isimlendirilir. Tanıda kullanılan diğer yöntemler daha kalın iğnelerin kullanılması veya cerrahi girişimle kitlenin çıkarılmasıdır.
Günümüzde kanser bulunduğu zaman sıklıkla iki basamaklı bir yaklaşım uygulanmaktadır. Bunlardan birincisi biyopsidir. Biyopsi yapıldıktan sonra tedavi planlanır. Biyopsi, hastane veya özel muayehanede ayaktan yapılabilmektedir.
Biyopsi ile alınan doku örneği patoloji kliniklerinde incelenerek kesin tanı konur ve kanser tipi saptanır. Biyopsi örneklerinde tümörün derecesi, östrojen ve progesteron hormonları için reseptör içerip içermedikleri araştırılabilir. Reseptör içeriyorlarsa östrojen ve/veya progesteron reseptörü pozitif olarak değerlendirilirler. Bu reseptörleri pozitif olan hastalar, negatif olan hastalara göre hormonal tedaviye daha iyi yanıt verirler ve hastalık daha iyi seyreder. Bu testlerden başka kanserin büyüme özelliğini gösteren birçok test vardır.
Meme kanseri tipleri nelerdir?
Duktal karsinoma in situ (DKIS): Erken evre (evre 0) meme kanseridir. Bu evrede yakalanan hastalar % 100’ e yakın oranda tamamen iyileşirler. DKIS, en iyi mamografi ile saptanabilmektedir.
İnvaziv duktal karsinom (İDK): Bu kanser, memede süt kanallarından başlar; kanal duvarını tutar ve sonrasında memenin diğer yapılarını istila eder. Vücudun diğer kısımlarına da yayılım-metastaz gösterebilir. Meme kanserlerinin % 80’ ini oluşturur.
Lobuler karsinoma in situ (LKIS): Memeyi daha yaygın tutar. İleride meme kanseri gelişme riskini arttırırlar. Bu nedenle, LKIS’ lu kadınların yılda 2-3 kez fizik muayene olmaları ve yıllık mamografi takibi gereklidir.
İnvaziv lobuler karsinom (İLK): Bu kanser, süt bezlerinden (lobüllerden) köken almaktadır. Vücudun diğer kısımlarına yayılabilir. Meme kanser tiplerinin % 10-15’ ini oluşturur.
Ayrıca meme kanserinin daha az sıklıkta görülen medüller, tübüler ve müsinöz kanserler gibi diğer tipleri de bulunmaktadır
Meme kanseri önlenebilir mi?
Meme kanseriyle ilişkili bazı risk faktörleri bilinse de meme kanserlerinin çoğunda neden bilinmemektedir. Günümüzde meme kanserinin önlenmesi henüz mümkün değildir. Fakat meme kanserinin risklerinin azaltılması, meme kanserinin erken teşhisi ve daha iyi takibi yapılabilmektedir.
Genetik testler; mutasyona uğramış genleri olan kadınları belirlemeye yardımcı olabilir. Fakat meme kanserinin gelişimini önlemez. Bu testler bütün kadınlara uygulanmamaktadır. Ailesinde meme kanseri hikayesi olan uygun kadınlara yapılmaktadır. Genetik testler pahalıdır ve sağlık kuruluşları bunun ücretini ödememektedir. Bu nedenle test için uygun hastaların dikkatle seçilmesi gereklidir.
Tamoksifen isimli ilaç; meme kanserinin tedavisinde yıllarca uygulanmaktadır. Yeni çalışmalarda meme kanseri için yüksek risk taşıyan kadınlara tamoksifen verildiğinde, hastalığın görülme oranında azalma olduğu gösterilmiştir. Fakat tamoksifenin bu amaçla kullanılması için henüz veriler yetersizdir.
Meme dokusunda dişilik hormonu östrojenin etkilerini önleyen bir diğer ilaç raloksifen’ dir. Bazı çalışmalarda meme kanseri riskini azalttığı gösterilmiştir. Fakat ilaç henüz bu amaçla kullanım için onaylanmamıştır, araştırmalar devam etmektedir. İlaç halen osteoporoz olarak isimlendirilen kemik erimesi hastalığının tedavisinde kullanılmaktadır.
Çok seyrek olmakla birlikte, meme kanseri riski çok yüksek hastalara koruyucu amaçlı proflaktik mastektomi olarak isimlendirilen girişim yapılabilir. Bu operasyon, göğüslerin bir veya ikisinin kanser gelişmeden önce cerrahi olarak çıkarılmasıdır. Bu tip cerrahi girişimler öncesinde gerekçeler dikkatli bir biçimde gözden geçirilmelidir. Bu girişimi gerektirebilecek gerekçeler; kalıtsal mutasyona uğramış genler, erken dönem meme kanseri, ailede güçlü meme kanseri hikayesi olması, lobuler karsinoma in situ gibi bazı özel durumlardır.
Operasyon meme kanseri riskini azaltırken, geride kalabilecek çok küçük meme dokularında dahi kanser gelişebileceği unutulmamalıdır. Hastaların bu konuları hekimleri ile konuşarak karar vermeleri gereklidir.
Meme kanserinin tedavisi
Meme kanserinin tedavisinde en çok cerrahi, radyoterapi, hormonal tedavi ve kemoterapi uygulanmaktadır. Ayrıca kemik iliği nakli veya kök hücre nakli ve immunoterapi de uygulanmaktadır. Tedavi, başlıca lokal ve sistemik olarak ikiye ayrılmaktadır. Lokal tedavide amaç tümörün kendisinin ortadan kaldırılmasıdır; bunun için operasyon ve radyoterapi uygulanmaktadır. Sistemik tedavinin amacı meme dışına yayılmış kanser hücrelerinin ortadan kaldırılmasıdır; bu amaçla kemoterapi, hormonal tedavi ve immunoterapi uygulanmaktadır.
Cerrahi Operasyon:
Meme kanseri tanısı alan hastaların çoğuna cerrahi operasyon uygulanmaktadır. Operasyonun amacı kanser dokusunun tamamen çıkarılmasıdır. Operasyon; kemoterapi, hormonal tedavi veya radyoterapi gibi tedavilerle birlikte uygulanabilir. Operasyon, memedeki kanserden başka koltukaltı lenf bezlerinin de alınarak (aksiller diseksiyon) kanser yayılımının olup olmadığının değerlendirilmesini sağlar. Ayrıca meme dokusu alındıktan sonra ortaya çıkan şekil bozukluğu kısmen düzeltilebilir (rekonstrüktif operasyon). İleri evre kanserlerde cerrahi operasyonla bazı yakınmalar giderilebilir. Meme kanserinde en sık kullanılan cerrahi operasyon tipleri kısaca şöyledir:
Lumpektomi: Normal meme dokusu ile çevrili kanserli dokuyu içerecek şekilde memenin bir kısmının çıkarılmasıdır. Genellikle bu işlem sonrasında yaklaşık olarak 6-7 hafta süren radyoterapi uygulanır.
Parsiyel mastektomi: Memenin dörtte birinin veya daha fazlasının kanserli dokuyla birlikte çıkarılması işlemidir. Bu operasyon sonrasında genellikle 6-7 hafta kadar süren radyoterapi uygulanır. Meme kanserli kadınların bir kısmında, parsiyel mastektomi veya lumpektomi yeterli bir cerrahi yaklaşımdır. Bu iki yaklaşımla tedavi edilen kadınlar arasında sağkalım açısından önemli bir farklılık saptanmamıştır.
Simple veya total mastektomi: Bu yöntemde meme dokusunun tamamı çıkarılır fakat, koltukaltı lenf bezleriyle meme dokusu altındaki kas tabakasına müdahele uygulanmaz.
Modifiye radikal mastektomi: Meme dokusunun tamamıyla birlikte koltukaltı lenf bezlerinin bir kısmı çıkarılır.
Radikal mastektomi: Daha önceleri çok sık olarak kullanılan bu yöntemde, meme dokusunun tamamı, koltukaltı lenf bezleri ile beraber meme dokusu altındaki göğüs duvarının kasları da alınır. Günümüzde bu girişimin yerini benzer etkinlikte ve daha az yan etkiye sahip olan modifiye radikal mastektomi almıştır.
Aksiller diseksiyon: Lenf bezlerine kanser yayılımının olup olmadığını anlamak için koltukaltı lenf bezlerinin çıkarılması işlemidir. Bu bölgede kanser hücrelerinin saptanması, tedavinin planlanmasında ve hastalığın seyrinde çok önemlidir. Bu işlemin en önemli yan etkisi, lenfödem olarak isimlendirilen kolda kalınlaşma olmasıdır. Bu yan etki, tedavi edilen her on kadından bir-iki’ sinde görülmektedir. Özellikle radyoterapi alan hastalarda bu risk daha da artmaktadır. Kolda kalınlaşma, ağrı ve gerginleşme olan hastaların hekimleri ile görüşmeleri gereklidir. Genellikle kolun kalınlaşmasından korunma ve bunun azaltılmasına yönelik tedaviler uygulanır. Gerekirse fizik tedavi yöntemleri kullanılır.
Sentinel lenf nodu biyopsisi: Bu yöntemde kanserli bölgeye radyoaktif madde veya boya enjekte edilir. Bu madde, ilk olarak kanserli bölgenin lenf dolaşımının açıldığı ilk lenf bezine ulaşır. Bu lenf bezine sentinel (bekçi) lenf nodu denir. Eğer kanserli bölgeden yayılım olduysa öncelikle bu bez tutulur. Eğer bu bezde kanser hücreleri saptanırsa daha çok lenf bezi çıkarılır. Eğer bu bezde kanser hücreleri saptanmazsa diğer lenf bezlerinin çıkarılması gerekli değildir. Bu işlem daha yeni uygulamaya başlanmıştır ve tamamen deneyimli bir ekip tarafından uygulandığı takdirde başarılıdır. En önemli avantajı, aksiller diseksiyon denen koltukaltı lenf bezlerinin alınması işleminin daha az uygulanmasını sağlayarak lenfödem gibi yan etkilerin azalmasını sağlamasıdır.
Rekonstrüktif cerrahi: Bu işlem, kanserin tedavisinde yer almaz. ‘Mastektomi’ olarak isimlendirilen meme dokusunun tamamen çıkarılması işleminden sonra kozmetik açıdan eskisine benzer hale getirilmesidir. Bu işlem, operasyondan önce plastik cerrahi hekimiyle görüşülerek planlanır.
Kemoterapi:
Kemoterapi; kanser hücrelerinin öldürülmesi için ilaçların kullanılmasıdır. İlaçlar, genellikle toplardamardan (intravenöz) veya ağızdan (oral) uygulanmaktadır. Kan dolaşımına geçen ilaçlar, vücudun diğer kısımlarına dağılarak etkilerini gösterirler. Kemoterapi, cerrahi tedaviden sonra verilirse ‘adjuvan kemoterapi’ olarak isimlendirilir. Burada amaç, vücuda yayılmış olması muhtemel kanser hücrelerinin ortadan kaldırılarak hastalığın tekrarlama riskinin azaltılmasıdır. Kemoterapi ayrıca, ilk tedaviden sonra veya tanı anında yaygın hastalığı bulunanlarda uygulanmaktadır. Cerrahi girişimden önce kemoterapi verildiğinde ‘neoadjuvan kemoterapi’ olarak isimlendirilir. Buradaki amaç, kanser kitlesinin küçültülerek cerrahi girişimin kolaylaştırılmasıdır. Neoadjuvan kemoterapinin bir başka yararı da ilaç tedavisine alınan yanıtın incelenebilmesidir. Eğer ilaca yanıt yoksa farklı bir ilaç değiştirilmektedir.
Kemoterapi, belli aralıklarla verilir. Bu araların amacı kemoterapiye bağlı yan etkilerin geçerek vücudun kendisini toplaması içindir. Adjuvan kemoterapi süresi hastanın patolojik ve klinik özelliklerine göre değişmekte olup, toplam süre, 3-12 ay kadardır. Genellikle, çeşitli ilaçların birlikte kullanılması, tek ilaç kullanılmasından daha etkilidir. Çoğunlukla uygulanan kombinasyonlar şöyledir:
*siklofosfamid, metotreksat, fluorourasil (CMF)
*siklofosfamid, doksorubisin, fluorourasil (CAF)
* siklofosfamid, epirubisin, fluorourasil (CEF)
*doksorubisin, siklofosfamid (AC) ± paklitaksel
*doksorubisin, bunu takiben CMF uygulanması
*dosetaksel, doksorubisin, siklofosfamid (TAC)
*Dosetaksel + kapesitabin
*Paklitaksel + gemsitabin
*Kemoterapi + trastuzumab
Kemoterapinin yanetkileri genellikle kullanılan ilaçlara ve uygulanan dozlarına bağlıdır. Yan etkileri genel olarak şöyle sıralayabiliriz; bulantı ve kusma, iştahsızlık, saç dökülmesi, ağızda yaralar çıkması, adet değişiklikleri, beyaz kan hücrelerinin azalmasına bağlı enfeksiyona eğilimin artması, çürükler oluşması ve kanama, yorgunluk. Bu yanetkiler genellikle tedavi devam ettiği sürece görülür. Şiddeti, kişisel farklılıklar gösterir.
Radyasyon tedavisi:
Radyoterapi; kanser hücrelerini öldürmek için yüksek enerjili ışınların (x-ray gibi) kullanılmasıdır. Radyasyon, vücut dışından (eksternal radyoterapi) uygulanabildiği gibi radyoaktif maddenin direkt olarak tümör içine yerleştirilmesi ile (implant veya internal radyasyon) de uygulanabilir. Meme kanserinin tedavisinde çoğunlukla eksternal radyoterapi uygulanmaktadır. X-ray düzenli olarak uzun periyotlarla verilir. Hastalar genellikle, hastaneye yatırılmadan haftanın beş günü olmak üzere toplam 6 hafta radyoterapi alırlar. Her bir tedavi sadece birkaç dakika sürer. Tedavi ağrısızdır. Radyoterapi, cerrahi öncesinde de tümörü küçültmek için kullanılabilir. Cerrahi sonrasında kullanılmasının amacı; memede, koltukaltında ve göğüs duvarında geride kalması muhtemel kanser hücrelerinin öldürülmesidir.
Radyoterapinin başlıca etkileri; meme derisinde kalınlaşma, tedavi sahasında kızarıklık ve yorgunluktur. Bu değişiklikler, yaklaşık olarak 6-12 ayda düzelir. Bazı kadınlarda radyoterapi sonrasında meme küçülür ve sertleşir. Gebelik boyunca, fetusa zararlı olacağı için radyoterapi uygulanmamaktadır.
Hormon tedavisi:
Dişilik hormonu östrojen, bazı kadınlarda meme kanseri hücrelerinin büyümesini arttırabilir. Östrojenin etkilerini önleyen tamoksifen gibi ilaçlar, bu büyümeyi engelleyebilmekte ve meme kanserinin tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Menopoza girmiş meme kanserli hastalarda da aromataz inhibitörleri olarak isimlendirilen ve östrojenin yapımını engelleyen ilaçların da yararlı olduğunun gösterilmesi nedeni ile tedavide kullanılmaktadır. Ayrıca menopoza girmemiş hastalarda östrojenin kaynağı olan yumurtalıkların işlevi; cerrahi, radyoterapi veya medikal yöntemlerle engellenerek östrojen üretimi baskılanmaktadır. Bu ilaçların ve/veya yöntemlerin kullanılabilmesi için kanserli dokuda hormon reseptörlerinin tayini gereklidir.
Otolog kemik iliği veya periferik kan kök hücre nakli:
Çok yüksek dozlarda kemoterapi ve radyoterapinin uygulanması; kanser hücrelerini öldürürken hastaların kemik iliğinde bulunan ve kan hücrelerinin oluştuğu kök hücrelerini de öldürmektedir. Bu da hastanın ölümüne neden olabilecek birçok yan etkiye neden olabilmektedir. Bu işlemlerde; hastanın kök hücreleri kemoterapi verilmeden önce çeşitli yöntemlerle hastaların çevresel kan dolaşımından (periferik kan) veya kemik iliğinden toplanmaktadır. Yüksek doz tedaviden sonra hastaya verilen kök hücreler, kan hücrelerinin oluşmasını sağlayarak tedavinin ağır yan etkilerinin azalmasını sağlar. Kök hücre nakli; hastalığın tekrarlama riski çok yüksek hasta grubunda adjuvan tedavide veya ileri evredeki hastaların tedavisinde ancak klinik çalışma olarak uygulanabilmektedir. Bu tedavinin etkili olup olmadığı halen klinik çalışmalarda araştırılmakta olup standart tedavilerden üstün olduğu henüz gösterilememiştir.
Biyolojik hedefleyici tedaviler:
Trastuzumab: c-erbB-2 olarak bilinen ve büyümeyi uyaran protein, normal meme hücrelerinin yüzeyinde az miktarlarda görülürken meme kanseri hücrelerinde daha çok olarak görülmektedir. Trastuzumab isimli ilaç, bu proteinin etkisini engellemektedir. Bu proteine aşırı miktarda sahip olan meme kanserleri, daha saldırgan ve tedaviye daha dirençli seyredebilmektedir. Meme kanserli hastaların yaklaşık olarak % 30’ unda bu protein kanser hücrelerinde bulunmaktadır. Trastuzumab; meme kanseri hücrelerinin çoğalmasına neden olan c-erbB-2 proteinin etkilerini engelleyip, immun sistem olarak isimlendirilen savunma sisteminin kanser hücreleriyle mücadelesine yardım ederek etkisini göstermektedir. Trastuzumab; günümüzde genel olarak c-erbB-2 pozitif ileri evre hastalarda standart olarak kullanılmaktadır. Tek başına veya diğer kemoterapi ilaçları ile birlikte kullanılmaktadır. Ayrıca erken evre meme kanserlerinin adjuvan tedavisinde de oldukça iyi sonuçlar alınması nedeni ile riskli hastalarda kemoterapiye eklenmektedir. Uzun süreli kullanılabilmektedir. Bu ilacın ılımlı derecede yan etkileri vardır. En sık olarak karşılaşılan yan etkiler; ateş, üşüme-titreme, güçsüzlük, bulantı, kusma, öksürük, ishal ve karın ağrısıdır.
Bevacuzimab: Bu molekül, tümörün anjiyojenezisini uyararak damarlanmasını arttıran büyüme faktörlerinin (VEGF) etkisini engelleyerek, tümörün damarlanmasını ve sonuç olarak beslenmesini bozmaktadır. Yapılan çalışmalarda kemoterapi ilaçları ile birlikte kullanılmalarının, tek başına kullanılmasına göre daha etkili olduğu gösterilmiştir. Kemoterapi ilaçları ile birlikte kullanılmaları ve fazla sayıda tümör gruplarına etkili olabilmeleri nedeni ile avantajlıdırlar. Yeni yapılan faz 3 çalışmada, daha önceden tedavi almamış ileri evre meme kanserli hastalar sadece kemoterapi ile kemoterapi+bevacuzimab kollarına ayrılmış ve kombinasyon kolunun sonuçları daha iyi bulunmuştur. Çalışma sonuçlarının olumlu olması nedeni ile ileri evre meme kanserinin tedavisinde kemoterapi ile beraber kullanılması için onaylanması beklenmektedir.
Meme Kanseri Riskini Nasıl Azaltabiliriz?
Meme kanserinin görülme sıklığı ülkemizde giderek artmaktadır. Bunun en önemli nedenlerinden birisi, ortalama yaşam süresinin uzaması ve meme kanserinin ileri yaşlarda görülme sıklığının belirgin artmasıdır. Ülkemizde kadınların hayatları boyunca meme kanseri gelişme riski tam olarak bilinmemektedir. A.B.D.’ nde kadınlarda bu oran yaklaşık olarak %13 civarındadır. Ülkemizde beklenen ortalama yaşam süresinin daha düşük olması nedeni ile tahminen bu oranın %10’ dan daha düşük olması beklenmekte ve ilerleyen yıllarda bu oranda artış olacağı hesaplanmaktadır. Eğer bir kadında, meme kanserinin risk faktörlerinden biri veya birkaçı bulunuyorsa bu oran daha da fazla artmaktadır. Günümüzde kanser ile savaşta en önemli unsurların kanserden korunma ve etkili tarama yöntemlerinin geliştirilmesi olduğu bilinmektedir. Bu nedenle bu konuda yoğun olarak toplumun bilinçlendirilmesine çalışılmaktadır.
Meme kanserinin nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte hastalıkla ilişkili olduğu bilinen risk faktörleri vardır. Risk faktörlerinin hastalığa yatkınlığı arttırması kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Meme kanserinden korunma ve tarama, bütün kadınlar için gerekli olmakla birlikte özellikle risk faktörlerini taşıyan kadınlarda ayrı bir önem kazanmaktadır. Meme kanserinin risk faktörleri ve normal kadınlara göre risk artışının derecesini kısaca şöyle sıralayabiliriz:
Özellik Risk katsayısı
Aile hikayesi
Menapoza girmemiş birinci derecede akraba 2-3
Menapoza girmiş birinci derecede akraba 1.5-2.5
Menapoza girmemiş birinci derece akrabada her iki memede kanser 9.5
Menapoza girmiş birinci derece akrabada her iki memede kanser 4
Anne ve kızkardeşin her ikisinde meme kanseri 5-6
İkinci derece akraba 1-1.5
Meme hastalığı hikayesi
Proliferatif olmayan 1
Atipisiz proliferatif 1.6-1.9
Atipik hiperplazi 4-5
Atipik hiperplazi ve birinci derece akrabada meme kanseri 9-11
Lobüler insitu karsinom 7-10
Daha önceden meme kanseri geçirmiş olmak 4
MMG’ de meme dansitesinin yoğun olması 5
Hormonlarla ilişkili faktörler
Adetin erken başlaması (12 yaştan önce) 1.3
Menapoza geç girilmesi (55 yaştan sonra) 1.5
İlk doğumun 30 yaşın üzerinde olması 1.9
Halen doğum kontrol hapı kullanılması 1.24
Doğum kontrol hapının 1-4 yıl önce kullanılması 1.16
Doğum kontrol hapının 5-9 yıl önce kullanılması 1.07
Östrojen yerine koyma tedavisi 1.02-1.35
Radyasyona bağlı
Daha önceden göğüs bölgesine radyoterapi alınması 3-12
(kız çocukları ve genç kadınlar)
Diğer faktörler
Alkol tüketilmesi 1.6
Menapoz sonrası aşırı kilolu olma 2
Yüksek sosyo-ekonomik düzeye sahip olma 2
Bu risk faktörlerine sahip olan kadınlar başta olmak üzere bütün kadınların, hayatları boyunca karşılaşabilecekleri en önemli kanser olan meme kanserinden korunmada yaşam ve beslenme alışkanlıklarında yapılabilecek değişiklikler meme kanseri riskinde azalma sağlayabilir. Özellikle beslenme ile ilgili olarak, bu konuda deneyimli bir Diyet Uzmanı’ ndan yardım alınabilir.
Bu araştırma yazısında alınabilecek bazı önlemlerden bahsedeceğiz.
ADET SÜRESİ
12 yaşından önce adet görmeye başlayanlarda meme kanseri riskinde küçük bir artış olurken, ilk adetini daha geç görenlerde meme kanseri riski azalmaktadır. Özellikle meme kanserli kadınların çocukları başta olmak üzere bütün çocukların yağ ve et temelli ‘fast food’ gıda tüketiminden ziyade meyve ve sebze gibi bitkisel gıdalardan zengin beslenme alışkanlığı elde edilmesi hem şişmanlık (ve ilişkili hastalıklar) hem de meme kanserine karşı yararlı olabilir. Bitkisel gıdadan zengin beslenen kız çocuklarında ilk adet daha geç görülmektedir. Bu da meme kanseri riskinde azalmayı sağlamaktadır.
Kaynaklar: Veronesi U, Lancet 2005; 365:1727-1741. Dumitrescu RG, J Cell Mol Med 2005;9: 208-221. de Ritter CM, Am J Clin Nutr 1991;54:805-813.
ALKOL
Bir çok epidemiyolojik çalışmada alkol tüketiminin menapoz öncesi veya sonrası kadınlarda meme kanseri riskini arttırdığı gösterilmiştir. Risk artışı tüketilen alkolün miktarı ile doğru orantılıdır. Günde 60 gram alkol tüketilmesi (yaklaşık 2-5 kadeh/gün) riskte belirgin artışa neden olmaktadır. Sonraki her 10 gram alkol (yaklaşık 0.75-1 kadeh) riskte %9 ek artışa neden olmaktadır. Hiç alkol kullanılmaması önerilmekle birlikte, eğer kişi alkol almaya devam edecekse; alınan alkol miktarının sınırlandırılması ve şarap gibi alkol oranı düşük içkilerin tüketilmesi önerilmektedir. Alkol tüketilmesi ile vücutta kanser gelişimine neden olabilecek olaylar zinciri başlamaktadır. Menapoz öncesi kadınlarda ise özellikle adetin yumurtlama döneminde alınan alkolün östrojen düzeylerinde belirgin artışa neden olması nedeni ile bu dönemde yoğun alkol tüketilmemesi gereklidir. Menapoz sonrası dönemde ise alkol tüketimi doğrudan östrojen düzeylerini arttırmaktadır. Ayrıca alkol tüketilmesi bağışıklık sistemi ile beslenmeyi bozmakta, vitamin (A, D, E, B6, B12, folat) ve mineral (selenyum) eksikliğine neden olarak vücudun kanserin gelişmesine karşı savaşmasını bozmaktadır. Özellikle menapoza girdikten sonra alkol tüketen kadınlarda folat alımının arttırılmasının, artmış meme kanseri riskini azaltabileceği düşünülmektedir.
Kaynaklar: Veronesi U, Lancet 2005; 365:1727-1741. Dumitrescu RG, J Cell Mol Med 2005;9: 208-221.
AŞIRI KİLOLU OLMA
Aşırı kilolu olma, menapoz sonrası dönemde meme kanseri riskini arttırmaktadır. Özellikle bel bölgesinde yağ depolanması daha fazla olanlarda bu risk artışı daha belirgindir. Menapoz sonrasında her 5 kilogram fazlalık, riskte %8’ lik artışa neden olmaktadır. Menapoz öncesi dönemde ise ilginç olarak aşırı kilolu olmanın meme kanseri riskini arttırmadığı gösterilmiştir. Genç kızlıkta fazla kilo almanın da meme kanseri riskini arttırdığı gösterilmiştir. Menapozda yumurtalıkların işlevleri durur ve östrojen üretimi yapmazlar. Menapoz sonrası östrojenin ana üretim yeri yağ dokusunda olmaktadır. Bu nedenle aşırı kilolu olanlarda östrojen üretimi daha fazla olmaktadır. Bu da meme kanseri riskini arttırmaktadır.
Aşırı kilonun bir çok kanser riskini arttırması yanı sıra şeker hastalığı, tansiyon yüksekliği, kalp ve damar hastalığı gibi bir çok hastalığa neden olduğu için ideal kiloya sahip olmak için çocukluktan itibaren yaşam alışkanlıklarının gözden geçirilmesi ve yeniden düzenlenmesi gereklidir.
Kaynaklar: Suzuki R, International Journal of Cancer; Early online publication April 27. DOI: 10.1002/ijc.22034. Veronesi U, Lancet 2005; 365:1727-1741. Dumitrescu RG, J Cell Mol Med 2005;9: 208-221.
DİYET
Alınan diyette çeşitli karsinojenler ve antikarsinojenler bulunmaktadır. Kırmızı et tüketimi meme kanseri riskini belirgin arttırmamaktadır. Fakat, iyi pişirilmiş kırmızı et tüketiminin meme, kalınbarsak ve mide kanseri riskinde artış ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Buna etin pişirilmesinde uygulanan işlemler esnasında oluşan karsinojenlerin neden olduğu düşünülmektedir. Ülkemizde de daha çok tercih edilen etin iyi pişirilmiş olarak tüketilmesi nedeni ile bu tüketim alışkanlığının değiştirilmesi gereklidir. Balık ve tavuk pişirilmesi, kırmızı ete göre daha kolay olması ve aşırı pişirmenin gerekmemesi nedeni ile karsinojen oluşumu daha az olmaktadır. Bu nedenle beyaz et tüketimi tercih edilmelidir. Kırmızı etin pişirilmesinde karsinojenlerin oluşumunu azaltmak için ince biftek tarzı dilimlendikten sonra yağsız kuru zeminde ortasının fazla pişmesini beklemeden hızlıca pişirilmelidir. Daha büyük parçaların pişirilmesinde ise önce migrodalga fırında düşük ısıda pişirilir ve karsinojenleri içeren suyu süzülür. Sonrasında ızgarada dışı kahverengileşince daha fazla pişirilmeden yemek için servis yapılabilir. Böylelikle kırmızı ette karsinojen oluşumu azaltılabilir. Hamburgerlerin çoğunlukla ince olması ve hızlı pişirilme yöntemlerinin uygulanması nedeni ile yüksek miktarda karsinojen içermemektedir.
Diyetle aşırı miktarda yağ alınması ile meme kanseri riski arasındaki ilişki karışıktır. Enerji alımında fazlalık olan ve bu fazlalığı karbonhidrat yerine yağlardan karşılayanlarda meme kanseri riskinin hafif arttığı gösterilmiştir. Özellikle kırmızı et kaynaklı yağ tüketimi olanlarda ve menapoz öncesi dönemde yüksek oranda yağ içeren süt ürünlerini kullanan kadınlarda meme kanseri riskinin arttığı gösterilmiştir. Tekli doymamış yağların (soya yağı, zeytinyağı, fındık yağı gibi) tüketilmesinin ise meme kanseri riskinde hafif bir azalma sağladığı saptanmıştır. Ek olarak Omega-3 isimli yağ asiti de meme kanseri gelişme riskini azaltmaktadır. Diyetle alınan aşırı miktarda yağ meme kanseri riskinde belirgin artışa yol açmasa da, şişmanlığa neden olmaktadır. Bu da çeşitli kanser ve kalp- damar hastalığının gelişimine neden olmaktadır. Hayvansal kaynaklı olanlar başta olmak üzere yüksek yağ içeren gıda tüketiminin azaltılması önerilmektedir. Yeni yapılan bir çalışmada menapoza girdikten sonra çok düşük yağ ve yüksek oranda lifli gıda içeren diyetin yanı sıra günlük egzersiz yapılmasının meme kanseri riskini azaltabileceği ileri sürülmüştür.
Kaynaklar: Veronesi U, Lancet 2005; 365:1727-1741. Dumitrescu RG, J Cell Mol Med 2005;9: 208-221. Valentova K, Cell Biol Toxicol 2006;22:91-99. Yoshikawa M, Chem Pharm Bull (Tokyo) 2000;48:1039-1044. Barnard RJ, Nutr Cancer 2006;55(1):28-34.
DOĞUM
Hiç doğum yapmayan kadınlarda veya ilk çocuğunu 30 yaşından sonra yapanlarda meme kanseri riskinde hafif bir artış görülmektedir. Özellikle ilk doğumunu 20 yaşından önce yapanlarda ve birden fazla doğum yapanlarda meme kanseri riski, hiç doğum yapmayan kadınlara göre %50 daha azdır. İlginç olarak ilk doğumunu 35 yaşın üzerinde yapan kadınlarda meme kanseri riski, hiç doğum yapmayan kadınlardan daha yüksek bulunmuştur. Bu nedenle doğum yaşı daha erken planlanabilir.
Düşük yapılması ile ilişkili çalışmalarda kendiliğinden bir düşük yapılmasının meme kanseri riskini arttırmadığı, 2 veya daha fazla düşük yapılmasının meme kanseri riskini hafif arttırdığı saptanmıştır. Kendiliğinden olan düşüklerde hormonal dengesizlik olabileceğinden araştırılması gereklidir. Ayrıca isteğe bağlı düşük yapılması meme kanseri riskini arttırmamaktadır.
Kaynaklar: Reeves G, International Journal of Cancer. 2006. Early online publication April 27, 2006. DOI: 10.1002/ijc.22001.Veronesi U, Lancet 2005; 365:1727-1741. Dumitrescu RG, J Cell Mol Med 2005;9: 208-221.
DOĞUM KONTROL HAPLARI (DKH)
Yapılan çalışmalarda DKH kullanılmasının meme kanseri riskini arttırdığı gösterilmiştir. Bu risk artışı özellikle halen DKH kullanan kadınlarda daha belirgin olmaktadır (%24 daha fazla). Genç yaşta ve özellikle de 20 yaş altında DKH kullanan kadınlarda daha yaşlı kadınlara göre meme kanseri riski artışının daha fazla olduğu gösterilmiştir. Ayrıca 5 yıldan daha uzun süre DKH kullanan kadınlarda da riskin daha fazla olduğu gözlenmiştir. Meme kanseri risk artışı DKH’ nın kesilmesinden sonra 10 yıl süre içinde normal risk düzeylerine inmektedir. Sonuç olarak, özellikle risk faktörü taşıyan kadınlarda başka bir doğum kontrolü yönteminin seçilmesi önerilmelidir.
Kaynaklar: Veronesi U, Lancet 2005; 365:1727-1741. Dumitrescu RG, J Cell Mol Med 2005;9: 208-221.
EGZERSİZ
Düzenli yapılan egzersizin meme kanserine karşı koruyucu olduğu gösterilmiştir. Egzersiz, östrojen hormonunun düzeylerini azaltarak, vücut yağ oranını düşürerek, bağışıklık sistemi ile antioksidan savunma sistemini iyileştirerek ve hücre çoğalmasını uyaran bazı hormonların etkisini azaltarak meme kanseri riskini azaltmaktadır. Ayrıca egzersiz, kız çocuklarında ilk adetin görülmesini geciktirerek ek yarar sağlamaktadır. 12-24 yaş grubunda düzenli egzersiz yapılmaya başlanmasının meme kanseri riskini %20 azalttığı gösterilmiştir. Adolesan dönemde eğlenceli fiziksel aktivitede her bir saatlik artış, meme kanseri riskinde ek %3’ lük azalma sağlamaktadır. Erişkinlerde ideal egzersiz olarak, haftada beş gün yarımşar saatlik tempolu yürüyüş yeterli olmaktadır. Egzersizin ayrıca kemoterapi alan meme kanserli hastalarda bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiği gösterilmiştir.
Kaynaklar: Veronesi U, Lancet 2005; 365:1727-1741. Dumitrescu RG, J Cell Mol Med 2005;9: 208-221.
EMZİRMEK
Uzun süreli emzirmenin, meme kanserine karşı koruyucu olduğu gösterilmiştir. Her 12 aylık emzirme süresine karşılık meme kanseri riski %4.3 azalmaktadır. Ayrıca her bir doğum meme kanseri riskini %7 azaltmaktadır.
Kaynaklar: Veronesi U, Lancet 2005; 365:1727-1741. Dumitrescu RG, J Cell Mol Med 2005;9: 208-221.
MEME PROTEZİ TAKILMASI
Yapılan çalışmalarda meme protezi takılmasının meme kanseri riskini arttırmadığı saptanmıştır. Fakat, özellikle yüksek riskli kadınlarda meme kanserinin muayene bulgularını gizleyebilmekte ve mamografide görüntü kalitesini etkileyebilmektedir. Ayrıca mamografi tetkikinin yapılma süresi uzayabilir ve kişiye daha fazla rahatsızlık verebilir (iyi görüntü elde edilmesi için mamografi esnasında meme sıkıştırılmaktadır). Yüksek meme kanseri riskine sahip olup meme protezi taktırmak isteyen kadınların işlemden önce hekimleri ile bu konuda detaylı görüşme yapmaları ve gerekirse eşzamanlı koruyucu ciltaltı mastektomi yöntemi uygulanarak meme dokusunun tamamına yakınının çıkarılması önerilebilir.
MESLEK
Hemşirelerde yapılan büyük bir çalışmada, ayda en az 3 gece vardiyasında çalışan ve bu şekilde gece vardiyası 30 yıldan daha fazla süren kadınlarda, standart gündüz vardiyasında çalışan kadınlara göre meme kanseri riskinin %40 arttığı gösterilmiştir. Başka bir çalışmada da gece vardiyasını kuvvetli ışık bulunan ortamlarda yapan kadınlarda da meme kanseri riskinin arttığı saptanmıştır; fakat, gece vardiyasının çoğunlukla endüstrileşmiş ileri toplumlarda daha fazla olması nedeni ile risk artışını tartışmalı kılmaktadır. Bu çalışmalarda gece çalışmanın, meme kanseri riskini arttırmasının açıklaması olarak melatonin hormon düzeylerinin değişmesi olarak açıklanmaktadır. Melatonin hormonu, gece karanlığında en yüksek düzeye çıkarken, gündüz aydınlığında en düşük düzeye inmektedir. Yapılan diğer çalışmalarda da melatonin hormon düzeyleri yüksek olanlarda meme kanseri riskinin %40 daha az olduğu gösterilmiştir. Yine uzun mesafe uçuşlarında görevli kadın havayolu personelinde de gece çalışması olması nedeni ile benzer risk artışı olabilmektedir. Melatonin hormonu, bağışıklık sistemini düzenlemekte, antioksidan özellik göstermekte ve bazı kanser hücrelerinin çoğalmasını engellemektedir. Bu nedenle özellikle riskli kadınların, meslek seçimlerinde gece vardiyası olmayan, normal uyku düzeninin bozulmayacağı meslekleri düşünmeleri yararlı olabilir. Ayrıca gece uykusunda yatak odasında 60-Hz manyetik alana maruz kalanlarda da melatonin hormon düzeyinde azalma saptanması nedeni ile meme kanseri gibi endokrin kanserlerin gelişme riskinde artışa neden olabileceğinden endişe edilmektedir. Bu nedenle ev içindeki manyetik kirlenmeye dikkat edilmeli ve gece dinlenme esnasında bütün elektronik cihazlar kapatılmalı, istirahat edilen ortamda ışık kapalı olmalıdır.
Kaynaklar: Davis S, Cancer Causes Control 2006;17:539-545. Sanchez-Barcelo EJ, Endocrine Related Cancer 2003; 10:153-159.Hansen J, Cancer Causes Control 2006;17:531-537. Bartsch C, Cancer Causes Control 2006;17:559-571.
ÖSTROJEN YERİNE KOYMA TEDAVİSİ (ÖYT)
ÖYT tedavisi, menopoz sonrası eksik olan östrojenin dışarıdan hastaya verilmesi ile yapılmaktadır. ÖYT’ nin kullanım süresi ve progestin grubuna dahil hormonlarla birlikte kullanılmasına göre risk artışı değişmektedir. Kullanma süresi arttıkça veya progestinlerle beraber kullanıldığında meme kanseri riski daha da artmaktadır. ÖYT’ nin kesilmesinden 5 yıl sonra meme kanserinin gelişmesi riski normal toplum düzeyine inmektedir. Yerine koyma tedavisi, kalp hastalıkları riskinde ve kemik kırılması riskinde azalma yaparak belirgin yarar göstermektedir. Özellikle meme kanseri için risk faktörü taşıyan kadınlarda ÖYT verilmesinin meme kanseri gelişme riskini daha da arttırabileceğinden dikkat edilmelidir.
Kaynaklar: Veronesi U, Lancet 2005; 365:1727-1741. Dumitrescu RG, J Cell Mol Med 2005;9: 208-221.
SİGARA İÇİLMESİ
Sigara içilmesi ve meme kanseri riski arasındaki ilişki tam net değildir. Bazı çalışmalarda uzun süreli sigara içilmesi, pasif içicilik veya ilk gebelik öncesi sigara içiciliği olmasının meme kanseri riskini arttırdığı saptanmıştır. Meme kanseri riski- sigara ilişkisi tartışmalı olsa da, sigaranın akciğer ve kalınbarsak gibi diğer kanserlerin gelişimi, kalp-dolaşım sistemi ve solunum sistemi üzerine ağır etkilerinin olduğu, ayrıca kanser tanısından sonra uygulanacak tedavilerin etkinliğini bozduğu ve dirençli kanser gelişimi ile ilişkili olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle sigaranın kesinlikle içilmemesi gereklidir.
Kaynaklar: Veronesi U, Lancet 2005; 365:1727-1741. Dumitrescu RG, J Cell Mol Med 2005;9: 208-221.
SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİNİN TÜKETİLMESİ
Yapılan çalışmalarda süt ve süt ürünlerinin yağ, böcek ilaçları gibi karsinojenleri veya IGF-I gibi büyüme faktörlerini içermesi nedeni ile meme kanserinin görülme riskini arttırmasından endişe edilmektedir. Bu nedenle yapılan epidemiyolojik çalışmaların genel değerlendirilmesinde meme kanseri riskinin artmadığı saptanmıştır. Bunun nedeni olarak da süt ve süt ürünlerinde aynı zamanda meme kanserine karşı koruyucu olan kalsiyum ve D vitamini ile konjuge linoleik asitin bulunmasına bağlı risk dengelenmesinin olduğu ileri sürülmüştür. Fakat özellikle yağ oranı düşük süt ve süt ürünlerinin tüketilmesi, menapoz sonrası dönemde de kalsiyum ihtiyacının yoğun süt tüketimi yerine kısmen dışarıdan kalsiyum verilerek karşılanması önerilmektedir.
Kaynaklar: Moorman PG, Am J Clin Nutr 2004;80:5-14.
SÜTYEN GİYİLMESİ
Hakkında en çok spekülasyon yapılan konulardan birisidir. Tıp literatürüne baktığımızda bu konuda hiç bir bilimsel çalışma bulunmamaktadır. 1991-1993 yılları arasında A.B.D.’ nde 4.730 kadında yapılan ve sonuçları kitap olarak basılan bir araştırmada sütyen giyilmesinin meme kanseri riskini arttırdığı, özellikle hiç giymeyenlerde veya günde 12 saatten daha az giyenlerde bu riskin belirgin şekilde daha az olduğu ileri sürülmüştür. Sütyen kullanma oranının çok düşük olan Asyalılarda meme kanseri riskinin, sütyen giyme oranının daha yüksek olduğu Batılı toplumlara göre daha az görülmesinin bu sonuçlarını desteklediğini ileri sürmüşlerdir. Fakat bilimsel olarak bu toplumlar arasında meyve- sebze tüketimi, soya ürünlerinin tüketimi, kırmızı et tüketimi, hayvansal yağ tüketimi, alkol tüketimi, şişmanlık ve egzersiz gibi meme kanseri riskini etkileyen faktörlerin oldukça farklı olması nedeni ile meme kanserinin Asyalılarda daha az görülmesinin altında daha çok bunların yattığına inanılmaktadır. Bilimsel literatürde sütyen giyilmesi ve meme kanseri riski arasındaki ilişkiyi araştıran bir çalışma olmaması, bu konuda bilimsel olarak tartışmalı sonuçları olan bir araştırma yazısının olması kafaları karıştırmaktadır. Bu araştırmada da günde 12 saatten daha az sütyen giyilmesinin de hiç giyilmemesine yakın oranda meme kanseri riskini azalttığının gösterilmesi nedeni ile hiç sütyen giyilmemesinden ziyade günde 12 saatten daha az sütyen giyilmesi önerilebilir.
Kaynaklar: Sydney Ross Singer and Soma Grismaijer, Dressed to Kill, Avery Press, 1995.
ULTRAVİYOLE KORUYUCU VE KOZMETİK ÜRÜNLER
Ultraviyole (UV- güneşten koruyucu faktörler) koruyucu krem veya losyonlar, son yıllarda yoğun olarak kullanılmaya başlanmıştır. Yapılan çalışmalarda insan topluluklarına yakın su kaynaklarında, balıklarda, bunları kullanan insanların idrarında ve sütünde UV koruyucu kimyasalların bulunduğu gösterilmiştir. Bazı UV koruyucu losyonlardaki aktif maddelerin dişilik hormonu östrojene benzeyen etkilerinin olduğu bir çok çalışmada gösterilmiştir. Östrojen ise meme kanserinin gelişiminde rol oynayan en önemli faktörlerden birisidir. Bu losyonların uzun süreli kullanılması ile meme dokusunda östrojenik uyarıma bağlı kanser gelişmesi ile ilişkili endişeler bulunmaktadır. Fakat, bu konudaki çalışmaların laboratuar ortamında kanser hücre hatlarında ve deney hayvanlarında yapılmış olması nedeni ile insanlarda tam etkileri bilinmemektedir. Bununla birlikte, özellikle yüksek risk taşıyan kadınların, östrojenik etkisi olmayan veya daha zayıf olan losyonları tercih etmeleri yararlı olabilir. Yaz mevsiminde güneşlenmeye ek olarak solaryuma girilmesi, UV koruyucularına maruziyet süresini arttıracağı için yüksek risk taşıyan kadınlarda sakıncalı olabilir.
Ayrıca deodorant gibi kozmetik ürünler içinde koruyucu madde olarak bulunan ‘paraben’ isimli kimyasal maddenin östrojenik etkisi olduğu, insan meme kanseri dokusunda tespit edildiği bir çalışmada gösterilmiş ve meme kanseri gelişme riski ile ilişkili olabileceği ileri sürülmüştür. Fakat bu kimyasal maddelerin uzun süreli kullanımlarının emniyetli olduğu, meme kanseri riskinde artışa neden olabilecek seviyelerde etkinliğe ulaşmadığını ileri süren çalışmalar da bulunmaktadır. Bu nedenle kozmetik ürünlerin hiç kullanılmamasından ziyade yoğun şekilde gelişi güzel kullanılmaması daha yararlı olabilir. Ayrıca kullanılacak kozmetik ürünlerin kaliteli ve güvenilir olmasına dikkat edilmelidir.
Kaynaklar: Heneweer M, Toxicology and Applied Pharmacology 2005;208:170-177. Schlumpf M, Environ Health Perspect 2001;109:239-244. Schreurs R, Toxicological Sciences 2005;83:264-272. Schlumpf M, Toxicology 2004;205:113-122. Harvey PW, Best Practice & Research Clinical Endocrinology & Metabolism 2006;20:145-165, Golden R, Crit Rev Toxic 2005;35:435-458. Harvey PW, J Appl Toxic 2003;23:285-288.
VİTAMİNLER
Yapılan çalışmalarda antioksidan A vitamini ve öncülü (beta karoten), C vitamini ve E vitaminin meme kanserine karşı koruyucu olduğu gösterilmiştir. Memede kanser gelişmesinde östrojen metabolizması esnasında oluşan reaktif oksijen gruplarının mitokondri DNA’ sını oksidatif hasara uğratmasının temel rol oynadığına inanılmaktadır. A, C ve E vitamini gibi antioksidan vitaminler bu hasarlanmayı önleyerek meme kanseri gelişmesini önlemektedir. Bu vitaminlerin öncelikli olarak doğal kaynaklardan alınması, alınamıyorsa veya yetersiz alınıyorsa dışarıdan destek olarak verilmesi meme kanseri riskini taşıyan kadınlarda riski azaltmada yararlı olabilir.
Yapılan çalışmalarda D vitamini eksikliğinin de meme kanseri riskini arttırdığını göstermiştir. D vitami, hücrelerin farkılılaşmasını düzenleme ve kanserleşme sürecini engelleme yolu ile etkili olmaktadır. D vitaminin
en önemli kaynakları UV-B ışını ile ciltte sentezlenmesi, besinlerle alınması veya dışarıdan destek olarak verilmesidir. Çocukluktan itibaren güneş ışınlarından yararlanan veya işi dış ve güneşli mekanlarda olanlarda, D vitamininden zengin beslenenlerde meme kanseri riskinin azaldığı (%40-50) saptanmıştır. Ayrıca 25-hidroksi vitamin D düzeyi 52 nanogram/ml üstünde olanlarda meme kanseri riski %50 daha az bulunmuştur. Bu nedenle bazı araştırmacılar günde en az 1000 IU D vitamini alınmasını önermektedirler. Böylelikle günlük hayatta gerekli olan güneş ışığına maruz kalma ihtiyacı karşılanmaktadır. Yapılan başka bir çalışmada da menapoz öncesi dönemde kalsiyum ve D vitamini alınmasının meme dansitesini azalttığı, menapoz sonrası kadınlarda ise böyle bir etkinin olmadığı saptanmıştır. Meme dansitesinin yüksek olması meme kanseri riskini arttırmaktadır. Bu sonuçlar özellikle genç kadınlarda yeterli miktarda D vitamini ve kalsiyum alınmasının meme kanserine karşı ek koruma sağlayabileceğini düşündürmektedir. Cilt rengi koyu olanlarda, yaşlılarda ve şişmanlarda serum D vitamini düzeyleri daha düşük olması nedeni ile D vitamini ihtiyaçları daha fazladır. Ciltte hafif pembeleşmeye neden olacak kadar UV-B ışınına maruz kalma, ağızdan 20.000 Ü D vitamini alınması kadar D vitamini oluşmasına neden olmaktadır. Bu doz, 50 yaş altında insanlar için gerekli günlük RDA dozunun 100 kat üzerindedir. Yeterli derecede güneş ışığı alma meme kanserinden korunmada yardımcı faktörlerden birisidir. Yeni tamamlanan bir çalışmada menapoz sonrası 50-79 yaş arasında kalsiyum ve D vitamininin dışarıdan destek olarak verilmesinin meme kanseri riskini azaltmadığı saptanmıştır. Fakat, çalışmada sonuçları etkileyebilecek bazı sorunlar olması, verilen D vitamini ve kalsiyum miktarının yeterli olup olmadığının bilinmemesi ve sadece sadece 50 yaş üzerindeki kadınları kapsaması eleştirilmiştir.
Kaynaklar: Kim KN, Journal of Nutritional Biochemistry 2006;17:454-462. Lee HJ, Biochemical Pharmacology 2006;article in press. Giovannucci E, Cancer Causes and Control 2005;16:83-95. Heisler T, Journal of Surgical Research 2000;91:9-14. Berube S, Cancer Epidemiol Biomarkers Prev 2005;14:1653-9. Veronesi U, Lancet 2005; 365:1727-1741. Dumitrescu RG, J Cell Mol Med 2005;9: 208-221. Chlebowski RT, Proceedings from the 42nd annual meeting of the American Society of Clinical Oncology. Atlanta, Ga. June 2006. Abstract # LBA6.