Günümüzde kanser tedavisinde sadece alternatif tedavi adı olarak isimlendirilen bilimsel temeli nispeten zayıf tedavi yaklaşımları ile kanserin başarılı olarak tedavi edilemediği iyi bilinmektedir. Fakat, bu yaklaşımları uygulayanların çoğunlukla özel bir çaba ve eğitim gerektirmeden bu yolan çıkar sağlamaları nedeni ile kanser gibi hastalıklarda halen çeşitli yöntemler yoğun olarak uygulamaya devam etmektedirler.
Alternatif tedavi yaklaşımlarının kanser üzerinde bilimsel etkilerinin yoğun olarak araştırmalara konu olması nedeni ile bu konuda daha net yorumlar yapabilmekteyiz. İleri ülkelerde alternatif tedavi yöntemlerinden etkinliği ile ilgili bilimsel kanıtları olan tedavi yaklaşımlarının tedavi planlaması içine sokulması ile İNTEGRATİF TEDAVİ olarak isimlendirilen yeni bir tedavi yaklaşımı doğmuştur. Ülkemizde de ileriki yıllarda bu konuda ilerlemeler sağlanacaktır. Aşağıda, kadınlarda en sık görülen kanser olan meme kanserinin tedavisinde İntegratif Tedavi Yaklaşımı’ ndan bahsedilmektedir.
BESLENME
Meme kanserli hastaların süt ürünlerini yoğun tüketmemesi önerilmektedir. Çünkü, süt içinde bulunan büyüme faktörlerinin meme kanseri hücrelerini çoğaltabileceği düşünülmektedir. Ayrıca soya ürünleri yararlı olmakla birlikte, aşırı miktarda tüketilmesinin meme kanseri hücrelerini çoğaltabileceği gösterilmiştir. Buna ek olarak hormonal tedavide kullanılan antiöstrojen olarak isimlendirilen ilaçların etkisini azaltabilmektedir. Bu nedenle soya ürünlerinin kullanılması sınırlandırılmalıdır.
Kilo kaybı olanlarda muz, organik akçaağaç şurubu, karaağaç tozu ve vanilya içeren karışımlar kullanılabilir. Ayrıca bu karışıma tat vermesi için badem, kahverengi pirinç, taze veya kurutulmuş meyveler, bal veya elma suyu, badem esansı ve şekersiz meyve koruyucular karıştırılabilir. Böyle hastalar sık, az miktarda yemelidirler ve fındık-ceviz ve benzeri ürünleri de takviye olarak almalıdırlar.
Besinlerin taze, organik ve katkısız olması tercih edilmelidir. Şeker (onun yerine bal veya hurma şurubu tercih edilebilir), kafein, tuz, koruyucu maddeler ve yapay tadlandırıcıların tüketilmemesi önerilmektedir. Karaciğer bozukluğu yok ise ve karaciğer üzerine yan etkisi olan tedavi alınmıyor ise az miktarda seyrek olarak organik alkoller (şarap gibi) tüketilebilir.
Protein alınması için av hayvanı eti, kümes hayvanları ve balık tüketilmesi yararlıdır. Kırmızı et önerilmemektedir. Eğer vücudun yağsız et içeriğinde (kas gibi) azalma varsa sadece kalori ve protein alımının arttırılması olayı tamamen düzeltememektedir. Anoreksisi olan hastalar için siproheptadin, medroksiprogesteron asetat, megesterol asetat gibi ilaçlar kullanılmalıdır; fakat, bunlar da yağsız et içeriğini arttırmamaktadırlar. Bu tür hastalarda yorgunluk sık görülür. Lipid mobilize edici faktör gibi tümörden salgılanan moleküller doğrudan lipolizi uyarmakta ve enerji harcamasını arttırmaktadırlar. Ayrıca kaslarda eikazopentatonik asit (EPA) ile azaltılan protein yıkımını da başlatmaktadırlar. EPA, kanser hastalarında kas kaybının önlenmesinde en önemli faktörlerdendir. Balık yağında bol miktarda bulunmaktadır. Beslenme programında bulunmasının yararı olabilir.
DİYET, BESLENME VE YAŞAM TARZI STRATEJİLERİ
Kansere bağlı kilo kaybının gelişmesinde karışık biyolojik olaylar rol oynamaktadır. Böyle hastalarda kilo kaybının engellenmesi ve yeterli kalori ile protein alımının sağlanması gereklidir. Kilo kaybı devam eden hastalarda iştahsızlık genel olarak görülmekte olup, bu süreç yağsız et içeren vücut kitlesinin azalmasına neden olur. Bu durum hastanın hareket yeteneğinin azalmasına, sağlığı idame ettirme ve kanserle savaşmada daha az içsel kaynak ayrılmasına neden olmaktadır. Kaşeksi olarak isimlendirilen şiddetli kilo kaybı olanlarda kemoterapi bazen bu süreci hızlandırabilmekte ve tedavinin başarı şansını azaltabilmektedir.
Kaşeksinin gelişmesini engellemek veya durdurmak için bazı önlemler alınabilir. Genel yaşam ve beslenme tarzı öneririleri;
Esansiyel yağ asidi ihtiyacı için düzenli olarak balık yağı (sardalya, uskumru, ringa balığı, som balığı gibi) ve keten tohumu yağı gibi besinlerin alınması gereklidir. Keten tohumu lignan ve SYA içermekte ve her ikisi de vücudun bağışıklık sisteminin normal ve yabancı hücreleri (kanser hücreleri gibi) ayırt etme yeteneğini arttırır.
Hidrojene edilmiş ve kötü kaliteli katı ve sıvı yağların kullanılmasından kaçınılmalıdır. Yağlardan ölçülü miktarda zeytin yağı, badem yağı, susam yağı veya organik üretilmiş tereyağı kullanılması önerilmektedir.
Soya ve soya ürünlerinin kullanılmaması önerilmektedir. Meme kanseri hücrelerini çoğaltabileceği endişesi, sindirim zorluğu ve hipotiroidiye neden olması gibi nedenlerle önerilmemektedir.
Gece geç saatte yemek yenmemelidir. Günün son yemeği hafif olmalı ve akşam 18.000’ den sonra yemek yenmemelidir. Çin tıbbında özellikle geceleri sindirim sisteminin sirkadyan ritmi içinde detoksifikasyon kısmının olduğuna inanılmaktadır.
Kahve, çay ve çikolata gibi ksantin alkaloidlerini içeren gıdaların tüketiminden kaçınılmalıdır. Kahvede yoğun olarak bulunan kafeinin idrar söktürücü özelliği olması nedeni ile sıvı kaybına neden olabilir. Yeşil çay, siyah çayın işlenmemişi olup, kansere karşı koruyucu olduğu, içindeki bazı kimyasalların da kanser hücrelerini öldürdüğü gösterilmiştir. Beslenme programında yeşil çayın bulunması yararlı olabilir. Çalışmalarda yeşil çay, kahve ve kafeinin tip 2 şeker hastalığı riskini azalttığı, Parkinson riskini azalttığı, karaciğer hastalıklarının riskini azalttığı (siroz ve karaciğer kanseri) kalp-damar hastalığı riskini arttırmadığı saptanmıştır (Iso H, Ann Intern Med. 2006 Apr 18;144(8):554-62. Lopez-Garcia E, Circulation. 2006 May 2;113(17):2045-53.). Kahve tüketiminin pankreas, yumurtalık ve mesane kanserlerinin riskini arttırdığı yönünde çalışmalar olmakla birlikte bu sonucun daha çok sigara tüketimi ile beraber olmasına bağlanmaktadır. Bir çok çalışmada kahve veya kafein alınmasının kanser riskini belirgin arttırmadığı gösterilmiştir (Higdon JV, Crit Rev Food Sci Nutr. 2006;46(2):101-23.). Özellikle kalsiyum alımı 750 mg/gün altında olan kadınlarda 300 mg/gün üzerinde kafein alımının kemik erimesini arttırdığı gösterilmiştir. Çalışmalarda farklı sonuçlar bildirilmekle birlikte özellikle 65 yaş üstünde olanlarda, güneş ışınından yoksun bölgelerde yaşayanlarda ve kafein/kahve tüketimi yüksek olanlarda (3-4 fincan/gün’ den fazla kahve veya 300 mg/gün’ den fazla kafein tüketimi olanlarda) kemik erimesi ve kalça kırığı görülme riski artmaktadır. Bu nedenle yeterli kalsiyum ve D vitamini alınarak, kahve ve kafein tüketimi sınırlandırılarak (maksimum 3 fincan/gün kahve veya 300 mg/gün kafein) özellikle yaşlılarda olumsuz olayların görülme riski azaltılabilir. Kahve ayrıca demir ve çinko emilimini bozmaktadır. Bu nedenle yemeklerle birlikte kahve tüketilmemelidir. Ayrıca hamile ve emziren kadınlarında kahve tüketimini sınırlandırması önerilmektedir. Genel olarak kahve tüketiminin 3-4 fincan/gün, kafein tüketiminin 300-400 mg/gün altında olması daha sağlıklıdır.
Alkol ve sigara tüketiminden kaçınılmalıdır. Meme kanseri tanısı sonrasında radyoterapi alan ve sigara içmeye devam eden kadınlarda akciğer kanseri riskinin belirgin derecede arttığı, sigara içmeyen ve radyoterapi alan kadınlarda ise risk artışının olmadığı saptanmıştır. Bu nedenle hastaların sigara içmemeleri gereklidir (Ford MB, Cancer. 2003 Oct 1;98(7):1457-64.). Ayrıca alkol ve sigaranın kendilerinin kanser dışında bir çok sağlık sorununa neden olduğu, tedavilerin başarı şansını azalttığı unutulmamalıdır. Opyatlar, marihuana gibi uyuşturucu kimyasallar bağışıklık sistemini baskılamaktadır. Ayrıca karaciğer ve böbrekler üzerine olan yan etkileri artmaktadır.
Gerekirse cıva, kadmiyum, kurşun ve arsenik gibi elementlerin serum düzeyleri toksisite açısından ve etiyolojik ajan açısından değerlendirilmelidir. Her ne kadar nörolojik bulgu yokluğunda ağır metal toksisitesinden şüphelenilmese de diş tedavi ünitelerinde çalışanlarda cıva toksisitesi görülebilir. Ağır metaller immun sistemi baskılamakta ve vücudun antioksidan kapasitesinin azalarak kanser gelişimine neden olmaktadırlar.
Çoğu musluk sularının kontamine olması nedeni ile (ağır metaller, pestisid ve solvent gibi kimyaslalar, mikroplar) filtre edilmiş veya ruhsat ile işletilen temiz su kaynaklarından elde edilmiş suların tüketilmesi tercih edilmelidir. Florinlenmiş su kesinlikle tüketilmemelidir. Klordan farklı olarak flor elementi ortadan kaldırılması çok zordur; bağışıklık sistemini bozmakta ve kanser gelişimine neden olmaktadır. Florun, insanların tükettiği suda bulunmasının hiçbir yararı ve gerekçesi yoktur. Yeşil ve siyah çayda doğal floridler yüksek oranda bulunmaktadır; bu nedenle aşırı tüketilmemelidirler. Klorlu suların da içme suyu olarak tüketilmesi pek önerilmemektedir. Bazı çalışmalarda meme kanseri dokusunda, meme kanseri olmayan meme dokusuna göre daha fazla klorinli bileşikler olduğu gösterilmiştir. Bu da meme kanseri ile ilişkili olabileceğini düşündürmektedir. Havuz suyunda da dezenfeksiyon amaçlı klor bulunması nedeni ile havuz yerine deniz veya doğal su kaynaklarından yararlanılması iyi olabilir.
Temiz havada aşırıya kaçmadan egzersiz yapılması ve güneş ışığının alınması yararlıdır.
Özellikle et ürünlerinin pişirilmesi esnasında oluşan heterosiklik aminlerin (HSA) kanser gelişiminde önemli rol oynadıkları bilinmektedir. İlk olarak yaklaşık 30 yıl önce eşi mutfakta balık kızartan bir bilim adamı (T. S.), yayılan dumanın, sigara içilirken yayılan dumana benzediğini fark etmiştir. Sigara dumanında bulunan karsinojenlerin, balık kızartılırken oluşan dumanda da olabileceği aklına gelmiştir. Sonrasında bu dumanı özel bir yöntemle toplayarak filtre etmiş ve laboratuar çalışmalarında başlamıştır. Sonuçta bu dumanda bulunan HSA olarak isimlendirilen kimyasalların hücrelerin normal genetik yapılarını bozduğunu göstermiştir. Sonradan yapılan çalışmalarda da etin pişirilmesi ile oluşan kimyasalların mutajen özellikte olduğu gösterilmiştir. Günlük besinlerle alım miktarı düşük olmakla birlikte yıllarca alındığı, bu mutajenik kimyasallara maruz kalmanın engellenemediği düşünülürse önemli bir sağlık sorunu olduğu kolaylıkla anlaşılır. Burada kişinin alabileceği önlemlerin başında et ürünlerinin pişirilmesine dikkat etmeleri gereklidir. Özellikle yağda, fırında veya alevde kızartma yapılmaması gereklidir. Mikrodalga fırınların kullanılması, karsinojenlerin daha az oluşumuna neden olmaktadır. En iyisi buğulama veya buharda pişirme olarak isimlendirilen yöntemin kullanılmasıdır. Türk mutfağında kızartma, mangal yapma, ızgara ve döner gibi et tüketim alışkanlıklarının yoğun olduğu düşünülürse kanser oluşumunun engellenmesinde beslenmenin önemini arttırmaktadır. İnsanlarda HSA tek başına kanser oluşumuna neden olmaktan ziyade, diğer karsinojenlerin diyet, ilaç, radyasyon ile alınması veya enfeksiyon, genetik bozukluk gibi değişikliklerin olması ile kanserleşme süreci tetiklenebilmektedir. Beslenmede yağ oranının yüksek olması bu karsinojenlerin etkisini arttırırken, balık yağı, konjuge linoleik asit, izoflavon içeren soya ürünlerinin, yeşil çay kateşinleri, indol-3-karbinol içerek turpgillerin alınmasının bu karsinojenlerin etkisini azalttığı gösterilmiştir. Kafein de metabolizmalarını etkileyerek bunların karsinojenik etkilerini arttırmaktadır. Bu karsinojenlerin oluşumu; ısı yüksekliğinin derecesine, pişirme süresine ve etin kaybettiği su miktarına göre değişmektedir. Pişirme süresinin uzaması, etin kızartılması ve doğrudan ateş ile temas etmesi önerilmemektedir. Örneğin, ince dilimli olan hamburgerin kızartılmasında karsinojen miktarı az olmakla birlikte mikrodalga fırında pişirilmesi önerilmektedir. Eğer damak tadı olarak bu tür et tüketiminden vazgeçilemiyorsa barbekü veya mangalda pişirilen etin yanık ve siyah bölümlerinin bıçak yardımı ile iyice temizlenmesi gereklidir. Balık kızartıldıktan sonra da derisinin veya üst tabakasının ayrılması önerilmektedir. Çalışmalarda besinlerle HSA alınmasının mide, meme, kalınbarsak gibi kanserlerin riskini arttırabileceği gösterilmiştir. Akrilamid kızartılmış patates ve un ile kavrulmuş kahvede bulunan bir diğer güçlü karsinojendir. Akrilamid ve HSA gibi karsinojenlere maruz kalma sıfırlanamazsa bile yaşam değişikliği ile alınma miktarı ve olumsuz etkileri azaltılabilir. Yapılan çalışmalarda et pişirmesi esnasında HSA oluşumu sadece kreatinin içeren kas kökenli et ürünlerinde olduğu gösterilmiştir. HSA’ lerin oluşumumun azaltılması için alınabilecek önlemler (Weisburger JH, Mutation Research 506–507 (2002) 9–20):
etin ağırlığının %7-15’ i kadar olan soya proteini konsantresi ile etin etrafının bulanması, pişirme esnasında HSA oluşumunu %90 azaltmaktadır.
50 gramlık et parçalarının 2.5 gram pektin veya 4 gram soya protein ürünü içeren formülasyonlarla muamele edilmesi kızartma esnasında karsinojen oluşumunu %50-60 azaltmaktadır.
Yeşil çay polifenolünün %0.5, %2.5 veya %7.5 luk sudaki solüsyonunun 30 gramlık etin her iki tarafına sürülmesi kızartma sonrası karsinojen oluşumunu belirgin azaltmaktadır.
Siyah çay polifenolleri de karsinojen oluşumunun azaltılmasında yararlıdır.