İnternet sitemizde çerez (cookie) kullanılmaktadır. Çerezler (cookie) hakkında detaylı bilgi için Çerez Politikası'nı inceleyiniz. Devam etmeniz halinde çerez (cookie) kullanımına izin verdiğinizi kabul edeceğiz. Çerez ayarlarınızı değiştirmeniz halinde internet sitesinin birtakım özelliklerini kullanamayabileceğinizi belirtmek isteriz.

Sülfür ile kolesterol, kalp hastalığı ve şişmanlık ilişkisi

Sülfür ile kolesterol, kalp hastalığı ve şişmanlık ilişkisi

Kategori   Kolestrol   | 17.02.2016

 

Sülfür eksikliği yaygın olup insanlarda şişmanlık, kalp hastalığı ve yetmezliği, Alzheimer’s hastalığı, süreğen yorgunluk gibi hastalık ve yakınmalara neden olmaktadır.

Kolesterol ve sülfür birbirisiyle ilişkili olup, güneş ışığı ile ciltte oluşan D vitamini de kolesterol ve sülfür düzeylerini etkilemektedir. Kalp hastalığının kolesterol sülfat eksikliği ile ilişkili olduğu ileri sürülmektedir. Arteryal plaklar yeterince kolesterol sülfat olmadığı durumlarda dengeleyici rol oynamaktadır. Arteryal plaklar içindeki makrofajlar buradaki LDL’ yi alırlar ve HDL’ ye çevirerek kahramanca iş görürler. Küçük yoğunluktaki LDL şekerle hasar görmüş olup, karaciğer hasarlı LDL’ yi reseptörleri bağlayamadığı için alamaz. Makrojlar tarafından plak içindeki LDL’ den alınan kolesterol iyi adam olan HDL’ ye bağlanır, HDL de kolesterolü karaciğere taşıyarak ortadan kaldırılmasını sağlar. Plak içindeki trombositler de HDL A1 kolesterolü alır, sonra da sülfat alarak kolesterol sülfat oluşumunu sağlarlar.

Sülfat, homosisteinden elde edilir ve bu esnada enerji tüketilir. Yüksek homosistein düzeyleri kalp hastalığı risklerinden birisidir. Plak için de aynı zamanda hemoglobin bulunur; homosisteinden sülfat alınması için gerekli enerji kırmızı kan hücrelerinden sağlanır.

Bütün bu faaliyetler kalbin ihtiyacı olan kolesterol sülfatın üretilmesi içindir. Kolesterol sülfat üretilmediğinde kalp yetmezliği gelişmektedir.

LDL düzeyinin yüksekliği, kolesterol sülfat eksikliğinin bir göstergesi olabilir. Vücudun bu eksikliğe tepkisi plak oluşumu, plak içine hasarlı LDL’ yi alarak trombositler aracılığı ile kalp ve beyin için gerekli olan kolesterol sülfatı oluşturur. Bu da şu demektir: LDL yüksek olduğu zaman düşürmek için statin alıyoruz, statin plak oluşumunu ve LDL’ yi azaltır. Ama sorun çözülmez, plaklarda oluşan kolesterol sülfat azalır ve sonuçta kalp yetmezliği gelişebilir.

LDL yüksekliği de kalp hastalığı için bir risk faktörüdür. Tehlikeli olan LDL’ den bağımsız olarak kolesterol sülfat oluşumunu nasıl arttırabiliriz. Güneş ışınları ciltte Vitamin D3 sülfat oluşumunu sağlar. Sülfatsız olan ağız yoluyla alınan D3 vitamininden farklı olan bu doğal D vitamini bütün vücutta dağılır. Sülfatsız D3 vitaminin vücutta dağılımı için kötü adam LDL’ ye ihtiyaç vardır.

Sülfat, D vitaminini inaktive eder ve sülfatlanmış D vitamini kalsiyum taşımaz. Sülfatlanmış D vitamini kanserden korur, bağışıklık sistemini uyarır, kalp-damar hastalığından kror,beyni besler ve depresyonu engeller. D vitaminin yararlı bu etkileri vitamin D sülfata bağlıdır.

Kolesterol ve sülfür cilt hücrelerinin DNA’ sını radyasyon hasarından korumaktadır. Kolesterol ve sülfür gün ışığında bulunan yüksek frekanslı ışınlara maruz kalınca okside olarak antioksidan aktivite gösterirler. Kolesterolün oksidasyonu, vitamin D3 sentezinin ilk basamağını oluşturur ve cillte güneş ışınları sayesinde sentez başlar. Bu olay vücudumuzun güneş ışınlarının zararlı etkilerinden korunurken kendisi için yararlı maddeler ürettiğini gösteren mucizevi olaylardan birisidir. Güneş ışınlarından kaçmak veya koruyucu ürünler kullanmak güneşin yararından faydalanmanın azalmasına neden olabilir. Sülfat molekülü cildimizde güneş ışığının enerjisini alarak depolar ve sülfat yıkıldığı zaman vücutta enerji açığa çıkar. Cildimiz bir manada güneş paneli gibi çalışır ve güneşten enerji üretimini sağlar. Bu güneşin ortaya çıktığı ilkbahar ve yaz aylarında insanların neden daha enerjik ve canlı olduklarını açıklamaktadır. Ayrıca yazın tanı konan kanser hastaları, diğer mevsimlerde tanı konan kanser hastalarına göre daha uzun yaşamaktadır; bu da güneş ışınına bağlı ciltte daha fazla vitamin D3 sülfat oluşumuna bağlanabilir.

Cildimiz yüksek miktarda kolesterol sülfat üretmekte, o da ciltten girebilecek zararlı mikroplara karşı bir bariyer görevi oluşturmaktadır. Bu da güneşin enfeksiyon koruyucu özelliklerini açıklamaktadır. Böylece bağışıklık sistemimiz uyarılmaktadır. Kolesterol sülfat, polarizasyonu sayesinde kas ve yağ hücrelerine rahatlıkla girmekte, hücreleri glikoz ve oksidasyonun hasarından korumaktadır. Kolesterol sülfat yetersizliğinde kas ve yağ hücreleri hasara açık hale gelir, glikoza tolerasyon bozulur ve kas hücreleri yakıt olarak glikozu kullanamaz. Sonuçta yağ hücreleri kas hücrelerinin yakıtı olarak daha fazla yağ depolar ve hasar arttıkça daha fazla yağ depolanır.

Sülfür glikoz metabolizmasında önemli rol oynar. Yeterli miktarda sülfür olduğu zaman glikozu tuzaklar ve indirgenmiş sülfüre döner. Böylece yüksek oranda enflamasyona ve vücutta hasara neden olan glikozu ve böylece enflamasyonu azaltarak yararlı etki gösterir. 

Sülfürün diğer yararları: 

Sülfür, özellikle mitokondride enerji üretiminde önemli olup elektronların taşınmasında rol oynar.

Vitamin B1 (tiamin) ve biotin çevriminde sülfat rol alır ve enerji üretimi döngüsünü sağlar.

Glutatyon gibi metabolizma için önemli molekülün sentezini sağlar.

İnsülin hormonunun (şeker metabolizmasını düzenler) yapısında iki amino asit, sülfür köprüsü ile birbirine bağlanır. Sülfür yokluğunda insülin işlev görmez.

Detoksifikasyon dediğimiz zehirlerin atılması veya etkisizleştirilmesinde temel rol oynar.

 Sülfürün diyetsel kaynakları:

Balık, biftek ve kümes hayvanlarının tüketilmesi ile sülfür bol miktarda alınabilir. Hayvansal gıdaları almayanlarda (vejetaryenler) sülfür eksikliği gelişir. Hindistan cevizi yağı ve zeytinyağı sülfürden zengindir. Az da olsa sülfür içeren diğer gıdalar; yumurta, Brüksel lahanası, bakliyat, kuşkonmaz, sarımsak, soğan ve buğdaydır. Gıdalar işlendiği zaman sülfür içeriklerini kaybederler. Dünyadaki topraklarda sülfür giderek azalmakta, bu da besinlerin sülfür içeriğini azaltmaktadır. Sert maden sularının daha fazla sülfür içeriği varken, yumuşak maden suları daha az sülfür içerir. Bu nedenle yumuşak su içenlerde kalp yetmezliği riskinde artış olmaktadır.

Metilsülfonilmetan (MSM), sülfürün organik formu olup güçlü antioksidandır ve doğada birçok bitkide bulunmaktadır. Eklem yakınmaları başta olmak üzere sağlık için yararlı takviyelerde bulunur.